Ana içeriğe atla

Her Yıl COVID-19 Aşısı mı Olacağız?



İlk kez ortaya çıktığından beri SARS-CoV-2 virüsü ve grip virüsü sıklıkla karşılaştırılıyor. Nedenini görmek ise zor değil: ikisi de havaya yayılan, potansiyel olarak ölümcül virüsler. Elbette artık bu yüzeysel benzerliklerin bazı ölümcül farklılıkları gizlediğini biliyoruz: COVID-19 gripten çok daha şiddetli ve tehlikeli. Ancak aşılarla ilgili bilim gelişmeye devam ettikçe, iki hastalığın ortak bir yanı daha varmış gibi görünmeye başlıyor: Vücudumuzun onlarla savaşmasına yardımcı olmak için yıllık olarak takviye aşı ihtiyacı…



Yeni mRNA aşılarından birinin arkasındaki biyoteknoloji şirketi Moderna, geçtiğimiz hafta yıllık Ar-Ge Günü’nde kanser, kalp hastalığı ve çeşitli solunum yolu hastalıklarına karşı mRNA aşılarının geliştirilmesi de dahil olmak üzere bir dizi ilerlemeyi duyurdu. Ancak, sağlık araştırmacıları ve hükümetler COVID-19 aşılarının geleceğine baktıkça, duyurdukları bir program – grip ve COVID-19 destekleyici aşı kombinasyonuna yönelik ilk adımlar – özellikle dikkat çekici.



Moderna CEO’su Stéphane Bancel yaptığı açıklamada “Bugün, COVID-19’a karşı güçlendirici ve gribe karşı güçlendiriciyi birleştiren tek dozluk bir aşının geliştirilmesiyle yeni solunum aşısı programımızın ilk adımını duyuruyoruz” dedi ve ekledi: “Nadir hastalık programlarımıza hastaları kaydetme konusunda ilerleme kaydediyoruz ve kişiselleştirilmiş kanser aşısı denememize tam kayıt gerçekleştirdik. Bunun, bilgiye dayalı ilaçlarda yeni bir çağın sadece başlangıcı olduğuna inanıyoruz.”



Şimdiye kadar dünyanın pek çok yerinde uygulanan aşı programları önemli bir başarı sağladı ve yalnızca ABD’de yüz binlerce hayat kurtardı. Güvenli ve etkili oldukları artık kesin, Delta varyantı olarak bilinen bir tür olmasaydı, şimdiye kadarki tek sorunumuz insanların kendilerini at ilacıyla zehirlemelerini engellemeye çalışmak olabilirdi. Ancak Delta varyantı bir meydan okumaya dönüştü: Daha bulaşıcı, potansiyel olarak daha tehlikeli ve en önemlisi aşılarımızın üstesinden gelebilme yeteneğine sahip. Bu, aşıların faydasız olduğu anlamına gelmiyor, hala Delta varyantına karşı yüksek oranda etkinlik sunuyorlar. Ancak orijinal virüs ile karşılaştırıldığında daha az koruma sağlıyorlar ve en az bir çalışma (henüz hakem incelemesinden geçmiş değil) bir aşıyı takip eden üç ay içinde etkinlikte gözle görülür bir azalma olduğunu ortaya koyuyor.



Aşı etkisini kaybettiğinde yapılması gereken ise tahmin edilebilir: Güçlendirici bir doz daha yapılması gerekiyor. Ama bu konuda da herkes hemfikir değil. ABD ilk başta güçlendirici aşının 20 Eylül’e kadar başlayacağını duyursa da, FDA ve CDC’den bazıları da dahil olmak üzere birçok bilim insanı bunların gerekli olmadığını veya en azından kanıtların henüz gerekli olduğunu göstermediğini savunuyor.



Bir CDC yetkilisi Politico’ya “Bilim zaman alır. Bunu daha kaç kez söylememiz gerektiğini bilmiyorum… CDC, elinden geleni elinden geldiğinde yapıyor” diyor.



Ancak destekleyici aşılar yakın gelecekte gerekli hale gelecek gibi görünüyor ve Moderna’nın kombine aşısı günlük hayatımızın bir parçası olabilir. Birleşik Krallık’ta aşı bakanı Nadhim Zahawi, grip aşılarıyla aynı anda yıllık COVID-19 güçlendirici aşılar yapılmasını önerdi ve kombine doz muhtemelen tercih edilen bir seçenek olacaktır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Dünyamız Nasıl Evrim Geçirdi?

Evrende ve dünyamızda hiçbir şey aynı biçimde kalmaz. Madde, galaksiler, yıldızlar, yıldız sistemleri, gezegenler ve gezegenlerin bileşenleri sürekli bir evrimleşme sürecinden geçer. Atmosfer de bunların dışında değildir elbette. Oksijensiz dönem  Yer’in oluşumu aşağı yukarı 4,5 milyar yıl öncesine denk düşer. Güneş sistemi ve gezegenlerin oluşumuna dönük yapılan çalışmalarda Yer’in ilk oluşum döneminde oldukça sıcak olduğu ve atmosferinin de bulunmadığı öne sürülür. Yer’in bu devri; çeşitli büyüklükte göktaşlarının çarpması ve volkanik faaliyetler soncunca karbon dioksit ve azot gazı gibi gazların serbest kaldığı, suyun buhar olarak atmosferde bulunma olasılığının olduğu bir dönemdir. Yer’in oluşum dönemini temsil eden bir görsel çalışma. Gökcisimlerinin çarpması ve volkanik faaliyetler nedeniyle yer yüzeyi şu anki halinden çok uzakta. Bu dönemde ilkel atmosfer oluşumun başladığı ileri sürülmektedir. Dev çarpışma hipotezi de bu dönem için öne sürülmüştür. Bu hipotezde; Yer’

DNA Molekülü Hücre İçinde Hangi Kılıklara Girer?

Genetik, terminolojik açıdan çok zengin, yani çok fazla terimin bulunduğu bir bilim dalı. Özellikle kromozomlar ve kromozom sayıları hakkında konuşurken, kafa karışıklığı yaşanabiliyor. Homolog kromozom nedir? İkilenmiş kromozom nedir? Kromatit neydi, kromatin neydi? DNA tüm bunların neresinde? Bu terimlerin tanımlarını ve birbirleri ile ilişkilerini oturtmak gerekiyor. Bu amaçla, işe hücre bölünmesini anımsayarak başlayalım. Hücreler Çoğalmak İçin Bölünür Hücre çevrimi sırasında, ökaryotik organizmaların bedensel (somatik; üreme ile ilgisiz) hücreleri büyür ve bölünür. Mitoz adı verilen bu süreçte, tek bir ebeveyn hücrenin yerini iki tane özdeş yavru hücre alır.  Üreme hücrelerini oluşturmak için izlenen yol olan mayoza bu yazıda girmeyeceğiz. DNA Kopyalanır Bir hücre bölünmeden önce, taşıdığı tüm DNA’nın (nükleik asit moleküllerinin) kopyasını yapmalıdır ki, yavru hücrelerin her ikisi de genetik bilginin tam birer kopyasına sahip olabilsin. Her bir tekil DNA molekülü bir k

Gözler Olmadan “Görmek”: Görsel Olmayan Fotoreseptörler

Biz insanlar, büyük oranda gözlerimizden gelen veriyi işlemeye dayalı canlılarız ve normal bir görüşe sahip olanlarımız, dış dünyayı deneyimleme biçimimizde gözlerimizin hayati önemde olduğunu düşünmektedir. Görme, ışık temelli algılamanın ilerlemiş bir formudur, yani ışığa hassasiyettir. Fakat, gündelik yaşamımızda, ışık temelli algılamanın diğer bazı gelişmemiş biçimlerini de deneyimleriz. Örneğin hepimiz, sıcak Güneş’in hazzını derimizde hissederken, burada ışığı değil, ısıyı bir algı olarak kullanırız ve bu algımız için hiçbir göz veya özel fotoreseptör hücresine ihtiyaç duymayız. Bilim insanları, son yıllarda, insanlar da dahil olmak üzere pek çok hayvan türünün, gözlerin dışında, beklenmedik yerlerde, ışığı saptayabilen özel moleküllere sahip olduğunu keşfettiler. Bu “göz dışı fotoreseptörler”, genellikle, merkezi sinir sisteminde veya deride ve aynı zamanda da iç organlarda da sıklıkla bulunabiliyor. Peki göz dışı yerlerde bulunan bu ışığa duyarlı moleküller ne yapıyo