Ana içeriğe atla

Örümcek ve Böceklerde Beden Bölümlenmesi Sağlayan Ortak Atasal Gen Belirlendi


Bilimciler, örümcek gelişimi sırasında bölümlenmeyi kontrol eden önemli bir geni belirledi. Bu bulgu, böceklerdeki bölümlenme kontrolü ile örümceklerdeki bölümlenme kontrolü arasındaki benzerliği de ortaya çıkardı. Örümcekler, böcek grubunda olmayıp, akrep, mayt, opalinid ve kenelerle birlikte “araknitler” yani “örümceğimsiler” topluluğunu oluşturur. Bu iki grup arasındaki evrimsel tarihçeye değinen araştırmanın ayrıntıları eLifedergisinde yayımlandı.
Yapılan çalışma, Sox geninin örümcekte ikilendiği (İng. duplicated) ve daha sonra, böceklerde hâlâ bölümlenmede kullanılan bir başka ilişkili Sox geninin işlevinin yerini aldığına işaret ediyor. Bu da, böylesine çeşitlilik sergileyen hayvanların beden yapılandırmalarında rol oynayan evrimsel gizlere yeni bir ışık tutuyor.
Bölümlenme, eklembacaklıların temel bir gelişim süreci olup, farklı işlevlere sahip beden bölümlerinin oluşumunu sağlar. Böceklerde bu iki yolla gerçekleşir: Ya tüm bölümler neredeyse eşzamanlı olarak yapılır, ya da diğer çoğu eklembacaklıda (örneğin örümceklerde) olduğu gibi bedenin ön tarafındaki kafa gibi birkaç bölüm belirginleştirildikten sonra daha arka bölümler eklenir.
“Çeşitli böceklerde bölümlenmenin düzenlenmesi hakkında ayrntılı ve çoğalan bir kavrayışa sahibiz. Ama önceki çalışmalar, örümcek embriyolarında bölümleri oluşturmak için kullanılan bazı farklı genetik mekanizmalar olduğunu göstermişti. Böceklerde SoxB geni, Dichaete, bölümlenme ile ilişkilidir. Parasteatoda tepidariorum türü örümcekte belirlediğimiz bir Sox genleri ailesinin bu hayvanlarda da bölümlenmede rol oynayıp oynamadığını anlamak istedik,” diyor Oxford Brookes Üniversitesi’nden başyazar Christian Paese.
Ekip ilk olarak farklı Sox genlerinin örümcek embriyolarının neresinde kullanıldığını inceledi. Sox21b-1 geninin anneden alındığını ve bölümlenme ile ilişkili olduğuna işaret eden etkinlik şablonları sergilediğini ortaya koydular. Bu geni daha ayrıntılı olarak incelemek için RNA arayüzü kullanarak geni örümcekte suskunlaştıran araştırmacılar, gelişim üzerindeki etkiyi gözlemledi.
Bu çalışma sonucunda, örümceğin hem ön hem de arka bölümlerinin bölümlenmesinde gene gereksinim duyulduğu anlaşıldı. Ön tarafta, Sox21b-1 geni bir “boşluk geni” rolü oynuyordu; yani gelişim sırasında açılan ilk genlerden biriydi ve bedenin bacak taşıyan bölümlerinden bazılarının eşzamanlı oluşumunu belirliyordu. Arka tarafta, Sox21b-1 geni “bölüm ekleme alanı“nı düzenliyordu. Bu alan, Wnt ve Delta-Notch yolaklarındaki (çok-hücreli organizmalarda gelişimi düzenleyen hücre-sinyalleme sistemlerindeki) önemli bir gelişimsel genler kümesini açarak, ek bölümlerin sırayla eklenmesini sağlıyordu.
Ekip ayrıca bölümlenme ile ilişkili olmasının yanı sıra, Sox21b-1 geninin embriyonun ilk evrelerinde hücre bölünmesini de düzenlediğini gösterdi. Sox21b-1 geninin suskunlaştırılmasının en belirgin etkileri embriyonun gelişimi sırasında eksik kalan bölümlerle görülse de, kafa bölümündeki hücrelerin yazgısını da etkiliyordu; bu konuda daha fazla inceleme yapılması gerekiyor.
Oxford Brookes Üniversitesi’nden kıdemli ekip üyesi Alistair McGregor, Sox21b-1 üzerinde yaptıkları çalışmanın, eklembacaklılarda bölümlenmenin düzenlenmesi konusunda yeni kavrayışlar sağladığını ifade ediyor. Elde edilen bulguların, bu Sox genleri alt-ailesinin, antik rolüne işaret ettiğini belirtiyor.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Dünyamız Nasıl Evrim Geçirdi?

Evrende ve dünyamızda hiçbir şey aynı biçimde kalmaz. Madde, galaksiler, yıldızlar, yıldız sistemleri, gezegenler ve gezegenlerin bileşenleri sürekli bir evrimleşme sürecinden geçer. Atmosfer de bunların dışında değildir elbette. Oksijensiz dönem  Yer’in oluşumu aşağı yukarı 4,5 milyar yıl öncesine denk düşer. Güneş sistemi ve gezegenlerin oluşumuna dönük yapılan çalışmalarda Yer’in ilk oluşum döneminde oldukça sıcak olduğu ve atmosferinin de bulunmadığı öne sürülür. Yer’in bu devri; çeşitli büyüklükte göktaşlarının çarpması ve volkanik faaliyetler soncunca karbon dioksit ve azot gazı gibi gazların serbest kaldığı, suyun buhar olarak atmosferde bulunma olasılığının olduğu bir dönemdir. Yer’in oluşum dönemini temsil eden bir görsel çalışma. Gökcisimlerinin çarpması ve volkanik faaliyetler nedeniyle yer yüzeyi şu anki halinden çok uzakta. Bu dönemde ilkel atmosfer oluşumun başladığı ileri sürülmektedir. Dev çarpışma hipotezi de bu dönem için öne sürülmüştür. Bu hipotezde; Yer’

DNA Molekülü Hücre İçinde Hangi Kılıklara Girer?

Genetik, terminolojik açıdan çok zengin, yani çok fazla terimin bulunduğu bir bilim dalı. Özellikle kromozomlar ve kromozom sayıları hakkında konuşurken, kafa karışıklığı yaşanabiliyor. Homolog kromozom nedir? İkilenmiş kromozom nedir? Kromatit neydi, kromatin neydi? DNA tüm bunların neresinde? Bu terimlerin tanımlarını ve birbirleri ile ilişkilerini oturtmak gerekiyor. Bu amaçla, işe hücre bölünmesini anımsayarak başlayalım. Hücreler Çoğalmak İçin Bölünür Hücre çevrimi sırasında, ökaryotik organizmaların bedensel (somatik; üreme ile ilgisiz) hücreleri büyür ve bölünür. Mitoz adı verilen bu süreçte, tek bir ebeveyn hücrenin yerini iki tane özdeş yavru hücre alır.  Üreme hücrelerini oluşturmak için izlenen yol olan mayoza bu yazıda girmeyeceğiz. DNA Kopyalanır Bir hücre bölünmeden önce, taşıdığı tüm DNA’nın (nükleik asit moleküllerinin) kopyasını yapmalıdır ki, yavru hücrelerin her ikisi de genetik bilginin tam birer kopyasına sahip olabilsin. Her bir tekil DNA molekülü bir k

Gözler Olmadan “Görmek”: Görsel Olmayan Fotoreseptörler

Biz insanlar, büyük oranda gözlerimizden gelen veriyi işlemeye dayalı canlılarız ve normal bir görüşe sahip olanlarımız, dış dünyayı deneyimleme biçimimizde gözlerimizin hayati önemde olduğunu düşünmektedir. Görme, ışık temelli algılamanın ilerlemiş bir formudur, yani ışığa hassasiyettir. Fakat, gündelik yaşamımızda, ışık temelli algılamanın diğer bazı gelişmemiş biçimlerini de deneyimleriz. Örneğin hepimiz, sıcak Güneş’in hazzını derimizde hissederken, burada ışığı değil, ısıyı bir algı olarak kullanırız ve bu algımız için hiçbir göz veya özel fotoreseptör hücresine ihtiyaç duymayız. Bilim insanları, son yıllarda, insanlar da dahil olmak üzere pek çok hayvan türünün, gözlerin dışında, beklenmedik yerlerde, ışığı saptayabilen özel moleküllere sahip olduğunu keşfettiler. Bu “göz dışı fotoreseptörler”, genellikle, merkezi sinir sisteminde veya deride ve aynı zamanda da iç organlarda da sıklıkla bulunabiliyor. Peki göz dışı yerlerde bulunan bu ışığa duyarlı moleküller ne yapıyo