Ana içeriğe atla

IŞIK SAÇAN BİTKİ ÜRETİLDİ!


 

Rus bilim insanları yaptıkları çalışmalarda iki tür tütün bitkisi kullanıp bunların DNAsını değiştirerek tütün bitkisinin ışık yaymasını sağlamış durumdalar. DNA'larını değiştird ikleri bu iki tür tütün bitkisinin hayat döngüsü boyunca parlak bir ışık yaydıklarını ortaya koymuş durumda.

 Futurism'de yayınlanan bir habere göre bilim insanları yaptıkları deneylerde bazı farklı bitki türlerine enjekte ettikleri kimyasallar sayesinde bitkilerin parlamasını sağlamaya çalışmışlar, bir diğer tabirle ışık saçan bitki üretilmeye çalışılmış. Fakat sadece bu bitkiler, herhangi bir müdahale gerektirmeden "biy blüminesans" göstermeye başlamış.

Biyolüminesans; farklı şekillerde oluşan atomik düzeyde bir doğa olayıdır. Canlı orga nizmalarda, özel bir kimyasal reaksiyon sonucu oluşan ışık, her ne kadar doğa harikası bir olay olarak görünse de aslında canlının doğal ortamında genel olarak savunma, üreme gibi doğuştan sahip olunan bir tür içgüdü olarak tanımlanabilmektedir.

 Yapılan araştırmalarda elbette tek amaç bit kilerin parlamasını sağlamak olmamalıydı! Ve bilim insanları bitkileri parlatmanın yanı sıra metabolizmalarının da nasıl işlediklerini merak ediyorlardı. Bu meraklarını gidermek için bitkilerin dış çevreye verdikleri tepkileri kontrol ederek anlamaya çalışıyorlar.

Araştırmada görev alan bilim insanları, bitkileri parlatabilmek için “mantar biy olüminesans sistemini” kullandı. Mantar biyolüminesans sistemi, genel olarak bütün bitkilerde bulanan bir asidi lusiferine çevirebiliyor. Bu sayede bitki ya da or ganizma biyolüninesans üretebiliyor, yani ışık saçabiliyor.

Araştırma için kullanılan bitkilerin yaydığı ışık çıplak gözle görülebilecek düzeyde olsa da karanlıkta kitap okumanıza yetecek kadar parlak değil maalesef Güneş pillerini nasıl kullandıysak belki ilerde bu bitkileri de sokak lambası olarak kullanabileceğimiz günler yakındır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

MS Tedavisi İçin Myelin Kılıfı Onaran Peptit Geliştirildi

MS yani multipl skleroz hastalığı nöronları koruyan miyelin kılıfa bağışıklık sisteminin saldırmasıyla oluşan ,elden ayaktan düşüren bir hastalıktır. Aynı elektrik kablolarının yalıtan plastikler gibi miyelin kılıflar zarar gördüğünde, beyin ve vücudumuz arasında iletişim sekmeye uğrar. Bu da motor fonksiyonlarda ve bilişsel kabiliyetlerde bozulmaya neden olur. İşte şimdi Melbourne Üniversitesi’nden bilim insanları miyelinin kendini onarmasını sağlayabilecek sentetik bir peptit geliştirdi. Bu sayede bu hastalığın gelişimi yavaşlatılabilir.  MS çok karmaşık bir hastalık olmakla beraber,diğer taraftan tedavilerin yöneldiği birkaç hedef var . Genelde MS tedavileri bağışıklık sisteminin miyeline karşı aşırı tepkisini kısa süreli durdurmak , çözüm yollarından biri. Yapılan çalışmalarda B hücrelerini yok etmek myeline toleransı iyileştirebilir ya da tümüyle bağışıklık sistemini yeniden başlatmak belki de başka bir çözüm olabilir. Diğer taraftan, miyelin kılıfı kök hücre ya ...

Örümcek ve Böceklerde Beden Bölümlenmesi Sağlayan Ortak Atasal Gen Belirlendi

Bilimciler, örümcek gelişimi sırasında bölümlenmeyi kontrol eden önemli bir geni belirledi. Bu bulgu,  böceklerdeki  bölümlenme kontrolü ile  örümceklerdeki  bölümlenme kontrolü arasındaki benzerliği de ortaya çıkardı. Örümcekler, böcek grubunda olmayıp, akrep, mayt, opalinid ve kenelerle birlikte “araknitler” yani “örümceğimsiler” topluluğunu oluşturur. Bu iki grup arasındaki evrimsel tarihçeye değinen araştırmanın ayrıntıları  eLife dergisinde yayımlandı. Yapılan çalışma,  Sox geni nin örümcekte ikilendiği (İng.  duplicated ) ve daha sonra, böceklerde hâlâ bölümlenmede kullanılan bir başka ilişkili Sox geninin işlevinin yerini aldığına işaret ediyor. Bu da, böylesine çeşitlilik sergileyen hayvanların beden yapılandırmalarında rol oynayan evrimsel gizlere yeni bir ışık tutuyor. Bölümlenme, eklembacaklıların temel bir gelişim süreci olup, farklı işlevlere sahip beden bölümlerinin oluşumunu sağlar. Böceklerde bu iki yolla gerçekleşir: Ya tüm bö...

Gözler Olmadan “Görmek”: Görsel Olmayan Fotoreseptörler

Biz insanlar, büyük oranda gözlerimizden gelen veriyi işlemeye dayalı canlılarız ve normal bir görüşe sahip olanlarımız, dış dünyayı deneyimleme biçimimizde gözlerimizin hayati önemde olduğunu düşünmektedir. Görme, ışık temelli algılamanın ilerlemiş bir formudur, yani ışığa hassasiyettir. Fakat, gündelik yaşamımızda, ışık temelli algılamanın diğer bazı gelişmemiş biçimlerini de deneyimleriz. Örneğin hepimiz, sıcak Güneş’in hazzını derimizde hissederken, burada ışığı değil, ısıyı bir algı olarak kullanırız ve bu algımız için hiçbir göz veya özel fotoreseptör hücresine ihtiyaç duymayız. Bilim insanları, son yıllarda, insanlar da dahil olmak üzere pek çok hayvan türünün, gözlerin dışında, beklenmedik yerlerde, ışığı saptayabilen özel moleküllere sahip olduğunu keşfettiler. Bu “göz dışı fotoreseptörler”, genellikle, merkezi sinir sisteminde veya deride ve aynı zamanda da iç organlarda da sıklıkla bulunabiliyor. Peki göz dışı yerlerde bulunan bu ışığa duyarlı moleküller ne ya...