Ana içeriğe atla

Yarı-insan beyinli “akıllı fare”



Beyinleri yarı-insan olan fareler yaratıldı. Yeni yaratılanlar kardeşlerinden daha akıllı çıktılar. Bu fikrin çıkış amacı, hüceleri dış ortamda çalışmak yerine bütün bir fare beyni üzerinde, yerinde çalışarak, beyinle ilgili hastalıklar üzerine bilgimizi geliştirmek.
Değiştirilmiş olan fare, hâlâ fare nöronlarına sahip; bunlar bütün beyin hücrelerinin yaklaşık yarısını oluşturan “düşünen” hücreler. Fakat, değiştirlmiş fare beynindeki, nöronları destekleyen bütün gliyal hücreler, insan hücresi.

Hızlı devralım
Goldman’ın takımı insanların bağışladığı fetüslerden henüz olgunlaşmamış gliyal hücreleri çıkararak işe koyuldu. Bunları yavru farelere enjekte ettiler ve burada astrositler, yıldız şekilli gliyal hücreler oluştu. Bir yıl içersinde, fare gliyal hücreleri yabancı insan yıldız hücreleri tarafından ele geçirildi. Her faredeki başlangıçta verilen 300.000 insan hücresi, hücre sayısı 12 milyona erişinceye kadar çoğaldı ve yerli hücreleri yerinden etti. Astrositler nöronların bağlanmalarını güçlendirmelerine katkıda bulundukları için, bilinçli düşünce oluşturmak açısından çok önemliler. Astrositlerin tendrilleri (uzantıları, bkz. görsel), elektrik sinyallerinin sinapslara geçişini koordine etmede görev alır. İnsan astrositleri, farelerinkinin 10 ile 20 katı büyüklüğündedir ve 100 kat daha fazla tendrile sahiptir. Bu da demek oluyor ki, insan astrositleri bir alandaki bütün sinir sinyallerini fare astrositlerinden çok daha uzman bir şekilde koordine edebiliyor. Goldman bunu bilgisayar gücünü artırmaya benzetiyor.
Zekâ atılımı
Farelerin belleği ve bilişselliği üzerine yapılan standart testler, insan astrositli farelerin kardeşlerine oranla çok daha fazla akıllı olduğunu gösteriyor. Testlerin birinde, ses hatırlama yeteneği hafif elektrik şokuyla ölçülmüş. Örneğin, insan hücresi verilmiş fare, ses duyduğunda diğer farelere göre 4 kat daha fazla donuk kalıyor; bu analiz belleklerinin 4 kat daha fazla olduğunu ortaya koyuyor.
Goldman bir sene önce ortaya koyduğu makalesinde belirttiği gibi, araştırmasını yaparken enjekte ettiği insan hücrelerini olgun hücrelerden seçiyordu, yani bu hücreler sadece kendilerini fare hücrelerine entegre edip kalıyordu. Fakat bu sefer, bölünebilen ve çoğalan gliyal progenitör (öncü) hücreler kullandı. Bu da, insan hücrelerinin nasıl bütün fare hücrelerini tümüyle yerinden ettiğini açıklıyor. Sadece fiziksel bir limite ulaştıklarında çoğalmayı durduruyorlar.
Türlerin çaprazlanması
La Jolla, California Salk Enstitüsü’nden kök hücre araştırmacısı Fred Gage, insan astrositlerin fare içinde de aynı şekilde çalışıp çalışmadığını bulmanın ilgi çekici olacağını vurguluyor. Çünkü ona göre bu bulgu, farenin insandan aktarılmış olan hücrelerin kaderini belirleyip belirlemeyeceğine ya da hücrelerin insandaki özelliklerinin değişmeden kalıp kalamayacağına bir açıklama getirecek.
Münih Ludwig-Maximilians Üniversitesi’nden Wolfgang Enard, bir türe ait hücrelerin başka bir türe ait bir organizmada fonksiyonunu yerine getirebiliyor olmasının şaşırtıcı olduğunu, hangi özelliklerin hücrenin kendisinden geldiği ve hangilerinin çevresel koşullarla şekillendiği sorusunu ise içinde barındırdığını vurguluyor. Engard, insanın dil gelişimiyle bağlantılı olan genine fareler sahip olduklarında, farelerin öğrenme yetilerinin geliştiğini göstermişti. Bununla paralel olan bir deneyde, Goldman olgunlaşmamış insan gliyal hücrelerini, sinir hücrelerini izole eden miyelin proteinini üretmekte zayıf olan yavru farelere enjekte etti. Fare beyninde birçok insan gliyal hücresi izolasyon materyali yapmada özelleşmiş olan beyin hücresi oligodendrositlere olgunlaştı. Bu bulgu hücrelerin bir şekilde eksikliği keşfettiğini ve bu durumu telafi ettiğini gösteriyor.
Bu deney multipl skleroz (MS, çoklu sertleşim) gibi, miyelin kılıfının zarar gördüğü hastalıkların tedavi edilmesinde yararlı olacak. Goldman MS hastalarını gliyal progenitör hücrelerle tedavi etmek için şimdiden izin aldı ve 12-15 ay içerisinde denemelere başlamayı umuyor.
Hâlâ bir fare
İnsan astrositlerinin zekâyı, belleği ve öğrenmeyi nasıl etkilediğini daha fazla araştırmak adına hücreler farelerden daha zeki olan sıçanlara aşılanmaya başladı. Goldman ilk aşılamanın tamamlandığını ve hücrelerin dağılımını haritalandırdıklarını söylüyor. Bu deney, bilim kurgu ürünü gibi görünse de, farelere yeni eklenen bu hücrelerin onları daha “insan” haline dönüştürecek ek yetenekler sağlamaması, bu kanıyı yıkıyor. Goldman fareleri daha fazla insan yapma gibi yorumları reddederek ekliyor: “Eklenen bu insan hücreleri farelerin kendi sinir ağlarının etkinliğini artırıyor, ancak fare, ‘fare’ olarak kalıyor.” Potansiyel etik sorunlardan dolayı Goldman’ın takımı insan hücrelerini maymunlara eklememekte kararlı.
Daha fazlası için orjinal makale: Journal of Neuroscience, DOI: 10.1523/JNEUROSCI.1510-14.2014

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

DNA Molekülü Hücre İçinde Hangi Kılıklara Girer?

Genetik, terminolojik açıdan çok zengin, yani çok fazla terimin bulunduğu bir bilim dalı. Özellikle kromozomlar ve kromozom sayıları hakkında konuşurken, kafa karışıklığı yaşanabiliyor. Homolog kromozom nedir? İkilenmiş kromozom nedir? Kromatit neydi, kromatin neydi? DNA tüm bunların neresinde? Bu terimlerin tanımlarını ve birbirleri ile ilişkilerini oturtmak gerekiyor. Bu amaçla, işe hücre bölünmesini anımsayarak başlayalım. Hücreler Çoğalmak İçin Bölünür Hücre çevrimi sırasında, ökaryotik organizmaların bedensel (somatik; üreme ile ilgisiz) hücreleri büyür ve bölünür. Mitoz adı verilen bu süreçte, tek bir ebeveyn hücrenin yerini iki tane özdeş yavru hücre alır.  Üreme hücrelerini oluşturmak için izlenen yol olan mayoza bu yazıda girmeyeceğiz. DNA Kopyalanır Bir hücre bölünmeden önce, taşıdığı tüm DNA’nın (nükleik asit moleküllerinin) kopyasını yapmalıdır ki, yavru hücrelerin her ikisi de genetik bilginin tam birer kopyasına sahip olabilsin. Her bir tekil DNA molekülü bir k

Dünyamız Nasıl Evrim Geçirdi?

Evrende ve dünyamızda hiçbir şey aynı biçimde kalmaz. Madde, galaksiler, yıldızlar, yıldız sistemleri, gezegenler ve gezegenlerin bileşenleri sürekli bir evrimleşme sürecinden geçer. Atmosfer de bunların dışında değildir elbette. Oksijensiz dönem  Yer’in oluşumu aşağı yukarı 4,5 milyar yıl öncesine denk düşer. Güneş sistemi ve gezegenlerin oluşumuna dönük yapılan çalışmalarda Yer’in ilk oluşum döneminde oldukça sıcak olduğu ve atmosferinin de bulunmadığı öne sürülür. Yer’in bu devri; çeşitli büyüklükte göktaşlarının çarpması ve volkanik faaliyetler soncunca karbon dioksit ve azot gazı gibi gazların serbest kaldığı, suyun buhar olarak atmosferde bulunma olasılığının olduğu bir dönemdir. Yer’in oluşum dönemini temsil eden bir görsel çalışma. Gökcisimlerinin çarpması ve volkanik faaliyetler nedeniyle yer yüzeyi şu anki halinden çok uzakta. Bu dönemde ilkel atmosfer oluşumun başladığı ileri sürülmektedir. Dev çarpışma hipotezi de bu dönem için öne sürülmüştür. Bu hipotezde; Yer’

Çölde Havadan Su Toplayan Cihaz

Yeterince yağış almayan ya da iklim değişikliği nedeniyle gitgide kuraklaşan bölgelerde susuzluk sorununa karşı yerel ve ucuz çözümler geliştirilmesi çok önemli. Son yıllarda yeni nesil teknolojilerden yararlanılarak atmosferdeki su buharından su elde etmeye yarayan çeşitli sistemler üzerinde çalışılıyor. Yine bu amaçla geliştirilen yeni bir cihazla çölde sadece güneş ışığı kullanılarak içilebilir su elde edilebiliyor. Daha önce atmosferden az enerjiyle su toplamak üzere geliştirilen cihazları, nispi nem oranı %50’nin altında olan yerlerde çalıştırmakta hayli güçlük çekiliyordu. Yeni cihaz ise özel bir malzeme sayesinde nispi nem oranı %20 gibi düşük bir seviyede olan yerlerde bile havadan  su toplayabiliyor. Nispi nem fazla olduğunda havadaki suyu toplamak kolay ancak nemli yerlerde de zaten su sıkıntısı yaşanmıyor. Silika jeller gibi süngersi malze