Ana içeriğe atla

Çölde Havadan Su Toplayan Cihaz

Yeterince yağış almayan
ya da iklim değişikliği
nedeniyle gitgide kuraklaşan
bölgelerde susuzluk
sorununa karşı yerel ve
ucuz çözümler geliştirilmesi
çok önemli. Son yıllarda
yeni nesil teknolojilerden
yararlanılarak atmosferdeki
su buharından su elde
etmeye yarayan
çeşitli sistemler üzerinde
çalışılıyor. Yine bu amaçla
geliştirilen yeni bir cihazla
çölde sadece güneş
ışığı kullanılarak içilebilir
su elde edilebiliyor.

Daha önce atmosferden
az enerjiyle su toplamak
üzere geliştirilen cihazları,
nispi nem oranı %50’nin
altında olan yerlerde
çalıştırmakta hayli güçlük
çekiliyordu. Yeni cihaz ise özel
bir malzeme sayesinde
nispi nem oranı %20 gibi düşük bir seviyede olan yerlerde bile havadan 
su toplayabiliyor. Nispi nem
fazla olduğunda havadaki
suyu toplamak kolay ancak
nemli yerlerde de zaten
su sıkıntısı yaşanmıyor.
Silika jeller gibi süngersi
malzemeler düşük nispi nem
oranlarında bile havadan
su çekebiliyor, ancak
bu malzemeler suyu çok
yavaş çekiyor ve suyu bu
malzemelerden ayırmak çok
fazla enerji gerektiriyor.
Yeni cihazda her iki probleme
çözüm getiren ve önceden
var olan bir malzeme
kullanıldı. Organik bir
moleküle bağlı elektrik
yüklü metal atomlarından
oluşan metal-organik
çerçeve adlı malzeme sınıfına
ait MOF-801, mikroskobik
süngersi gözeneklerden bir
ağ oluşturuyor ve
bu yapı su buharı gibi
gazları hapsediyor.
Oda sıcaklığında su buharı
gözeneklerde toplanıyor,
sıcaklık yükselince
su gözeneklerden uçuyor.
Geliştirilen prototipte bakır
köpükle karışık halde bir
MOF-801 tabakası bulunuyor.
Cihaz gölgedeyken bu
tabaka havadan su çekiyor.
Doğrudan güneş altına
konunca tabaka ısınıyor
ve su buharı alttaki bir
hazneye geçiyor. Burada bir
yoğunlaştırıcı tarafından suya
çevriliyor. Yaghi, prototipi
sadece bireysel kullanıma
uygun olan cihazın toplu
kullanıma uygun büyüklükte
de üretilebileceğini söylüyor.
Cihazın düşük nispi nem
koşullarında su üretmesi
çığır açıcı olarak nitelenirken
kullanılan malzemenin
kolay bulunabilir olması
endüstriyel üretimi için
avantaj sağlıyor.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Dünyamız Nasıl Evrim Geçirdi?

Evrende ve dünyamızda hiçbir şey aynı biçimde kalmaz. Madde, galaksiler, yıldızlar, yıldız sistemleri, gezegenler ve gezegenlerin bileşenleri sürekli bir evrimleşme sürecinden geçer. Atmosfer de bunların dışında değildir elbette. Oksijensiz dönem  Yer’in oluşumu aşağı yukarı 4,5 milyar yıl öncesine denk düşer. Güneş sistemi ve gezegenlerin oluşumuna dönük yapılan çalışmalarda Yer’in ilk oluşum döneminde oldukça sıcak olduğu ve atmosferinin de bulunmadığı öne sürülür. Yer’in bu devri; çeşitli büyüklükte göktaşlarının çarpması ve volkanik faaliyetler soncunca karbon dioksit ve azot gazı gibi gazların serbest kaldığı, suyun buhar olarak atmosferde bulunma olasılığının olduğu bir dönemdir. Yer’in oluşum dönemini temsil eden bir görsel çalışma. Gökcisimlerinin çarpması ve volkanik faaliyetler nedeniyle yer yüzeyi şu anki halinden çok uzakta. Bu dönemde ilkel atmosfer oluşumun başladığı ileri sürülmektedir. Dev çarpışma hipotezi de bu dönem için öne sürülmüştür. Bu hipotezde; Yer’

DNA Molekülü Hücre İçinde Hangi Kılıklara Girer?

Genetik, terminolojik açıdan çok zengin, yani çok fazla terimin bulunduğu bir bilim dalı. Özellikle kromozomlar ve kromozom sayıları hakkında konuşurken, kafa karışıklığı yaşanabiliyor. Homolog kromozom nedir? İkilenmiş kromozom nedir? Kromatit neydi, kromatin neydi? DNA tüm bunların neresinde? Bu terimlerin tanımlarını ve birbirleri ile ilişkilerini oturtmak gerekiyor. Bu amaçla, işe hücre bölünmesini anımsayarak başlayalım. Hücreler Çoğalmak İçin Bölünür Hücre çevrimi sırasında, ökaryotik organizmaların bedensel (somatik; üreme ile ilgisiz) hücreleri büyür ve bölünür. Mitoz adı verilen bu süreçte, tek bir ebeveyn hücrenin yerini iki tane özdeş yavru hücre alır.  Üreme hücrelerini oluşturmak için izlenen yol olan mayoza bu yazıda girmeyeceğiz. DNA Kopyalanır Bir hücre bölünmeden önce, taşıdığı tüm DNA’nın (nükleik asit moleküllerinin) kopyasını yapmalıdır ki, yavru hücrelerin her ikisi de genetik bilginin tam birer kopyasına sahip olabilsin. Her bir tekil DNA molekülü bir k

Gözler Olmadan “Görmek”: Görsel Olmayan Fotoreseptörler

Biz insanlar, büyük oranda gözlerimizden gelen veriyi işlemeye dayalı canlılarız ve normal bir görüşe sahip olanlarımız, dış dünyayı deneyimleme biçimimizde gözlerimizin hayati önemde olduğunu düşünmektedir. Görme, ışık temelli algılamanın ilerlemiş bir formudur, yani ışığa hassasiyettir. Fakat, gündelik yaşamımızda, ışık temelli algılamanın diğer bazı gelişmemiş biçimlerini de deneyimleriz. Örneğin hepimiz, sıcak Güneş’in hazzını derimizde hissederken, burada ışığı değil, ısıyı bir algı olarak kullanırız ve bu algımız için hiçbir göz veya özel fotoreseptör hücresine ihtiyaç duymayız. Bilim insanları, son yıllarda, insanlar da dahil olmak üzere pek çok hayvan türünün, gözlerin dışında, beklenmedik yerlerde, ışığı saptayabilen özel moleküllere sahip olduğunu keşfettiler. Bu “göz dışı fotoreseptörler”, genellikle, merkezi sinir sisteminde veya deride ve aynı zamanda da iç organlarda da sıklıkla bulunabiliyor. Peki göz dışı yerlerde bulunan bu ışığa duyarlı moleküller ne yapıyo