Ana içeriğe atla

Dünyamız Nasıl Evrim Geçirdi?

Evrende ve dünyamızda hiçbir şey aynı biçimde kalmaz. Madde, galaksiler, yıldızlar, yıldız sistemleri, gezegenler ve gezegenlerin bileşenleri sürekli bir evrimleşme sürecinden geçer. Atmosfer de bunların dışında değildir elbette.
Oksijensiz dönem 
Yer’in oluşumu aşağı yukarı 4,5 milyar yıl öncesine denk düşer. Güneş sistemi ve gezegenlerin oluşumuna dönük yapılan çalışmalarda Yer’in ilk oluşum döneminde oldukça sıcak olduğu ve atmosferinin de bulunmadığı öne sürülür. Yer’in bu devri; çeşitli büyüklükte göktaşlarının çarpması ve volkanik faaliyetler soncunca karbon dioksit ve azot gazı gibi gazların serbest kaldığı, suyun buhar olarak atmosferde bulunma olasılığının olduğu bir dönemdir.

Yer’in oluşum dönemini temsil eden bir görsel çalışma. Gökcisimlerinin çarpması ve volkanik faaliyetler nedeniyle yer yüzeyi şu anki halinden çok uzakta.

Bu dönemde ilkel atmosfer oluşumun başladığı ileri sürülmektedir. Dev çarpışma hipotezi de bu dönem için öne sürülmüştür. Bu hipotezde; Yer’in oluşumundan yüz milyon yıl kadar sonra, Mars ebatlarına yakın bir gökcisminin Yer’e çarptığı ve çok büyük miktarda malzemenin etrafa saçıldığı öne sürülür. Saçılan bu malzemelerden de Ay oluşmuştur. Bu çarpışmalar okyanusları bir veya birden çok defa tamamen buharlaştırmış olabilir.  Yer’in bu dönemine jeolojik bir zaman olarak “Hadean zamanı” denir. Hadean sözcüğü Yunan mitolojisindeki yeraltı tanrısı Hades’ten gelir ve Yer’in başlangıcındaki “cehennem” koşullarını anlatmak için seçilmiştir.
Hadean dönemi aşağı yukarı 3,8 milyar yıl önce sona ermiş ve canlılığın ortaya çıkması ve evrimleşmesi için şartlar olgunlaşmaya başlamıştır. Başlayan bu yeni jeolojik döneme ise Arkean zamanı denilir. Arkean’ın kelime anlamı ise başlangıçtır. Yer’de yepyeni bir dönem başlamıştır. Bu dönemde okyanuslarda siyanobakterilerin ortaya çıkışı söz konusudur. Siyanobakteriler kendilerinden sonra gelecek canlıların evrileşmesi ve çeşitlenmesi için uygun şartların oluşmasını sağlayacaklardır.



Siyanobakteriler milyonlarca yıl içerisinde atmosferdeki oksijen düzeyini artırdılar.

Hadean’ın sonlarına doğru veya Arkean’ın başlarında ilk kıtasal sert kabuklar oluşmaya başlayacaktır. Ancak bu dönemde yer yüzeyi yine de oldukça sıcak ve Yer volkanik olarak oldukça aktif durumdadır. Arkean başlangıcında ilkel bir atmosfer oluşumu tamamlanmıştır. Fakat bu atmosfer bildiğimiz atmosfere hiç benzemez. En önemli özelliği henüz oksijen barındırmayışıdır. Oksijen bulunmadığı için atmosferde oksijen (O2) ve ozon (O3) gazları da bulunmaz. Serbest oksijen gazı bulunmadığından solunum mümkün olamaz. Ayrıca ozon olmadığından da yüksek miktarda enerji içeren mor ötesi (UV) ışınların yer yüzeyine ulaşması engellenemez. Bu iki nedenden ötürü su ortamı dışında bildiğimiz anlamda yaşamın oluşabilmesi mümkün değildir. Ancak bu dönemde siyanobakteriler oluşmaya başlamıştır. Siyanobakteriler milyonlarca yıl içerisinde atmosferdeki oksijen düzeyini artırmışlardır.
Oksijenlenme süreci
Arkean dönemiyle birlikte hem atmosferdeki oksijen miktarı artış göstermiş hem de canlılık evrimleşerek çeşitlilik göstermeye başlamıştır. Bu yeni zaman günümüze kadar beş farklı aşama geçirmiştir. Birinci aşama 3,85 ile 2,45 milyar yılları arasına tarihlenir. Bu dönemin başında atmosferde neredeyse hiç oksijenin yoktur. İkinci aşama 2,45-1,85 milyar yıl aralığını kapsar. Bu dönemde oksijenin kısmi basıncı 0,02 ve 0,04  atmosfer (atm) aralığına kadar çıkabilmiştir. Sığ okyanus suları oksijenlenmeye başlamıştır. Bu dönem içerisinde yer alan ve 2,35 milyar yıl civarına denk gelen büyük oksijenlenme olayı söz konusudur. Üçüncü aşama 1,85-0,85 milyar yıl aralığını kapsar. Bu aşmada ikinci aşamaya göre oksijen düzeylerinde pek bir değişiklik olmamıştır. Fakat okyanus yüzeylerinin çoğunluğu oksijenlenmeye başlamıştır. Dördüncü aşama 850-540 milyon yıl aralığı kapsar. Bu aşamada oksijen düzeyi 0,2  atm değerinin altına inmemiştir. Beşinci aşama ise 540 milyon yıldan günümüze kadar gelen dönemi kapsamaktadır. Bu dönemin içinde yer alan Karbonifer dönemde oksijen düzeyi 0,3 atm düzeyine kadar çıkmıştır. Dönem içerisinde derin okyanus sularının da kısa jeolojik dönemler içerisinde oksijenlenmesi söz konusu olmuştur.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Gözler Olmadan “Görmek”: Görsel Olmayan Fotoreseptörler

Biz insanlar, büyük oranda gözlerimizden gelen veriyi işlemeye dayalı canlılarız ve normal bir görüşe sahip olanlarımız, dış dünyayı deneyimleme biçimimizde gözlerimizin hayati önemde olduğunu düşünmektedir. Görme, ışık temelli algılamanın ilerlemiş bir formudur, yani ışığa hassasiyettir. Fakat, gündelik yaşamımızda, ışık temelli algılamanın diğer bazı gelişmemiş biçimlerini de deneyimleriz. Örneğin hepimiz, sıcak Güneş’in hazzını derimizde hissederken, burada ışığı değil, ısıyı bir algı olarak kullanırız ve bu algımız için hiçbir göz veya özel fotoreseptör hücresine ihtiyaç duymayız. Bilim insanları, son yıllarda, insanlar da dahil olmak üzere pek çok hayvan türünün, gözlerin dışında, beklenmedik yerlerde, ışığı saptayabilen özel moleküllere sahip olduğunu keşfettiler. Bu “göz dışı fotoreseptörler”, genellikle, merkezi sinir sisteminde veya deride ve aynı zamanda da iç organlarda da sıklıkla bulunabiliyor. Peki göz dışı yerlerde bulunan bu ışığa duyarlı moleküller ne ya...

MS Tedavisi İçin Myelin Kılıfı Onaran Peptit Geliştirildi

MS yani multipl skleroz hastalığı nöronları koruyan miyelin kılıfa bağışıklık sisteminin saldırmasıyla oluşan ,elden ayaktan düşüren bir hastalıktır. Aynı elektrik kablolarının yalıtan plastikler gibi miyelin kılıflar zarar gördüğünde, beyin ve vücudumuz arasında iletişim sekmeye uğrar. Bu da motor fonksiyonlarda ve bilişsel kabiliyetlerde bozulmaya neden olur. İşte şimdi Melbourne Üniversitesi’nden bilim insanları miyelinin kendini onarmasını sağlayabilecek sentetik bir peptit geliştirdi. Bu sayede bu hastalığın gelişimi yavaşlatılabilir.  MS çok karmaşık bir hastalık olmakla beraber,diğer taraftan tedavilerin yöneldiği birkaç hedef var . Genelde MS tedavileri bağışıklık sisteminin miyeline karşı aşırı tepkisini kısa süreli durdurmak , çözüm yollarından biri. Yapılan çalışmalarda B hücrelerini yok etmek myeline toleransı iyileştirebilir ya da tümüyle bağışıklık sistemini yeniden başlatmak belki de başka bir çözüm olabilir. Diğer taraftan, miyelin kılıfı kök hücre ya ...