Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Eylül, 2018 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Dünya’nın Dönüşünü Neden Hissetmiyoruz?

Gezegenimiz, atmosferi ve üzerindeki her şey devamlı dönüyor. Ekvatordaki dönüş hızı saatte yaklaşık 1675 kilometre, yani tam şu anda, saniyede 465 metre gibi bir hızda seyahat ediyorsunuz, fakat eğer kutuplardan birine yakınsanız bu hız biraz daha düşüyor. O halde bunu neden hiçbirimiz hissetmiyoruz? Cevap, Dünya’nın hareketinin yapısında yatıyor. Sarsıntısız bir şekilde sabit hızda ve rakımda seyahat eden bir uçakta olduğunuzu düşünün. Emniyet kemerinizin tokasını çözdünüz ve koridorda yürüyorsunuz; uçağın hareketini hissedemezsiniz. Sebebi basit; çünkü siz, uçak ve içindeki diğer herşey, aynı hızda seyahat ediyorsunuz. Bu sebeple, uçağın hareketini algılamak için, dışarıdaki bulutlara bakmanız gerekir. Aynısı Dünya’nın dönüşü için de geçerlidir. Gezegenimiz kendi etrafında bir tam dönüşünü 23 saat 56 dakikada tamamlar, ve neredeyse tamamen sabit bir oranda aralıksız şekilde döner. Bu hareketi hissetmenin bir yolu yüzünüzde rüzgarı hissetmektir, fakat Dünya’nın atmosferinin

Bilim İnsanları Binlerce Geni Tek Reaksiyon ile Klonlamayı Başardı!

Genetik araştırmaları, binlerce geni tek reaksiyon ile çoklamayı (klonlamayı) başaran bilim insanları sayesinde ilginç şekilde hızlanmak üzere. LASSO sondası  adı verilen yeni teknoloji, DNA örneklerinden protein kütüphanesi oluşturmak için ve gen çoklamakta (klonlamakta) kullanılan sıkıcı yöntemler yerine yeni yöntemler geliştirmede kullanılabilir. Klonlama kelimesi, akla Dolly’yi ya da mutsuz ve yalnız kalmamanız için en sevdiğiniz evcil hayvanı klonlamayı teklif eden şirketleri getirebilir. Lakin bu oldukça farklı bir klonlama. Burada konuştuğumuz şey moleküler bir kodlama. Bir bakterinin, böceğin ya da bitkinin; başka bir canlıya ihtiyaç duymadan üremek için kullandığı doğal bir yöntem aslında. Bilim insanları DNA’yı klonluyor çünkü hem bir genden bilgi edinmeyi hem de hücreye genetik bilgi vererek ona yeni özellikler kazandırmayı hedefliyorlar. Bu iki hedefe giden yol da, aynı DNA’nın binlerce kopyasına sahip olmamızdan geçiyor. Standart dizilim metodu, DNA’nın küçük p

Gözler Olmadan “Görmek”: Görsel Olmayan Fotoreseptörler

Biz insanlar, büyük oranda gözlerimizden gelen veriyi işlemeye dayalı canlılarız ve normal bir görüşe sahip olanlarımız, dış dünyayı deneyimleme biçimimizde gözlerimizin hayati önemde olduğunu düşünmektedir. Görme, ışık temelli algılamanın ilerlemiş bir formudur, yani ışığa hassasiyettir. Fakat, gündelik yaşamımızda, ışık temelli algılamanın diğer bazı gelişmemiş biçimlerini de deneyimleriz. Örneğin hepimiz, sıcak Güneş’in hazzını derimizde hissederken, burada ışığı değil, ısıyı bir algı olarak kullanırız ve bu algımız için hiçbir göz veya özel fotoreseptör hücresine ihtiyaç duymayız. Bilim insanları, son yıllarda, insanlar da dahil olmak üzere pek çok hayvan türünün, gözlerin dışında, beklenmedik yerlerde, ışığı saptayabilen özel moleküllere sahip olduğunu keşfettiler. Bu “göz dışı fotoreseptörler”, genellikle, merkezi sinir sisteminde veya deride ve aynı zamanda da iç organlarda da sıklıkla bulunabiliyor. Peki göz dışı yerlerde bulunan bu ışığa duyarlı moleküller ne yapıyo

Beyinde Zaman ve Mekân Dengelemesi

Bilim insanları, uzunca bir süredir, beyinde gerçekleşen aktiviteleri dinleyerek, beynin gürültülü ve görünüşe göre rastgele aktivitesinin kaynağını anlamaya çalışıyor. Son 20 yılda, “ dengeli ağ teorisi “,  nöronların tekrar tekrar birleşmiş ağlarındaki yavaşlama ve coşmanın bir dengesi aracılığıyla söz konusu bu rastgele aktiviteyi açıklamak için ortaya çıkmıştır. Bir grup bilim insanı da beyin devrelerini beyin aktivitesine bağlayan derin ve test edilebilir tahminler sağlamak için dengeli modeli genişletti. University of Pittsburgh’dan araştırmacılar,  Nature Neuroscience’ da yayımlanan makalelerinde, bu yeni modelin, canlı hayvanların beyinlerindeki nöronların son derece değişken tepkilerine dair deneysel bulguları doğru bir şekilde açıkladığını söylüyor. Yeni model, nöral devrelerde nöronlar arasındaki aktivitenin nasıl koordine edildiği konusunda daha zengin bir kavrayış sağlıyor. Araştırmacılara göre, model, gelecekte öğrenme ya da hastalıkla ilişkili beyin aktivitesini

Neden Kan Gruplarına Sahibiz?

1900 yılında, Avustralyalı doktor Karl Landsteiner tarafından keşfedilen kan grupları, 1930 yılında Landsteiner’a Nobel Ödülü’nü getirdi. O günden beri de, bilim insanları kan gruplarının biyolojisine dair daha derinlemesine incelemeleri mümkün kılan çok daha güçlü araçlar geliştirdi. Yapılan araştırmalar neticesinde, kan grupları hakkında çok daha ilginç bulgulara, örneğin; soy takibi, kan gruplarının sağlığımız üzerindeki etkileri gibi çeşitli ipuçlarına ulaşıldı. Ancak bir yandan da kan gruplarına dair çözümüne hala erişemediğimiz bazı gizemler de varlığını sürdürmeye devam ediyor. Öte yandan, modern tıp sayesinde başarabildiğimiz ve hayat kurtardığımız pek çok gelişme tarihin büyük bir çoğunluğunda neredeyse bir hayal düzeyindeydi. Rönesans doktorları, hastalarının damarlarına kan aktarımı yapıldığında neler olacağını merak etmiş, bazı doktorlar bunun pek çok hastalığın, hatta mental rahatsızlıkların bile tedavisi olabileceğini düşünüyordu. Nihayet, 1600lü yıllarda, birkaç d

Fare Beyni Lazerle Uyarılarak Öldürme İçgüdüsü Kontrol Edildi

Her fare, içinde doğuştan gelen bir  “katil” i gizler. Araştırmacılar, avlanmayı kontrol eden beyin bölgesini belirlediler ve bu bölgeyi açık ve kapalı konuma getirmenin bir yolunu geliştirdiler. Yale University’den araştırmacılar, fare beyninde, öldürme güdüsünün temelini oluşturan iki nöron setini belirlemeyi başardılar. Bu nöron setlerinden birisi, avın takibini koordine ederken, diğeri de ısırmak için kullanılan çene ve boyun kaslarını kontrol ediyor. Her iki nöron seti de, beynin motivasyon, duygu ve korku merkezi olan amigdalada bulunuyor. Optogenetik tekniği kullanılarak, yani nöronların lazer ışığıyla aktif hale getirilmesiyle, ekip, istediği zaman bu devreleri kapatıp açabildi. Lazer ışığı verilmediğinde, fare, kafe içerisinde normal biçimde dolaşmaya devam ederken, lazerin açılmasıyla, farenin; aniden yolundaki her şeye (hamam böcekleri, sahte böcekler, hatta küçük odun parçaları ve kavanoz kapaklarına bile) saldırdığı gözlemlendi. “Avının” üzerine atlamasının ardınd

Bilim İnsanları, İnsan Bağışıklık Sisteminde Yepyeni Bir “Mikro-Organ” Keşfetti

Araştırmacılar, farelerin ve insanların bağışıklık sistemlerinde yepyeni bir ‘mikro organ’ keşfettiler. On yıllar boyunca bu tarzda bir keşif yapılmamıştı. Üstelik bu keşif, bilim insanlarının gelecekte daha etkili aşılar geliştirmelerini sağlayabilir. Yüzyıllardır süren aşı çalışmaları, vücudun bir kez özel bir enfeksiyon türü ile karşılaşması durumunda, bir dahaki sefere bu enfeksiyona karşı daha iyi savaştığını gösteriyor. Bu yeni araştırma, keşfedilen mikro organın, vücudumuzun bağışıklığı ‘hatırlamasında’ anahtar bir role sahip olabileceğini ileri sürüyor. Avustralya’da yer alan Garvan Tıbbi Araştırmalar Enstitüsü’ndeki araştırmacılar, farelerin bağışıklık sisteminde yer alan lenf düğümlerinin üzerinde bulunan ve “Subcapsular Proliferative Foci” (kısaltılmış hali ile SPF) olarak isimlendirdikleri ince, yassı yapıları fark etmişler. Tespit edilen bu yapılar, enfeksiyona karşı bir savaş başlatabilmek amacıyla planlar yapan biyolojik bir karargâh gibi görünüyor.        

MS Tedavisi İçin Myelin Kılıfı Onaran Peptit Geliştirildi

MS yani multipl skleroz hastalığı nöronları koruyan miyelin kılıfa bağışıklık sisteminin saldırmasıyla oluşan ,elden ayaktan düşüren bir hastalıktır. Aynı elektrik kablolarının yalıtan plastikler gibi miyelin kılıflar zarar gördüğünde, beyin ve vücudumuz arasında iletişim sekmeye uğrar. Bu da motor fonksiyonlarda ve bilişsel kabiliyetlerde bozulmaya neden olur. İşte şimdi Melbourne Üniversitesi’nden bilim insanları miyelinin kendini onarmasını sağlayabilecek sentetik bir peptit geliştirdi. Bu sayede bu hastalığın gelişimi yavaşlatılabilir.  MS çok karmaşık bir hastalık olmakla beraber,diğer taraftan tedavilerin yöneldiği birkaç hedef var . Genelde MS tedavileri bağışıklık sisteminin miyeline karşı aşırı tepkisini kısa süreli durdurmak , çözüm yollarından biri. Yapılan çalışmalarda B hücrelerini yok etmek myeline toleransı iyileştirebilir ya da tümüyle bağışıklık sistemini yeniden başlatmak belki de başka bir çözüm olabilir. Diğer taraftan, miyelin kılıfı kök hücre ya da gen terapis

İnsan Beynine Özgü Yeni Sinir Hücresi Keşfedildi: Kuşburnu Nöronları

Oldukça yoğun, gür yapısıyla diğer nöronlara “susmaları” gerektiğini “söyleyen” bir nöron. Bunun dışında yeni keşfedilen bu beyin hücrelerinin ne yaptığı konusunda henüz pek bilgi sahibi değiliz. 27 Ağustos’ta (2018)  Nature Neuroscience’ da yayımlanan bir  araştırma makalesi , heyecan verici bir bulguyu paylaştı: Yeni bir beyin hücresi türü keşfedildi. Bulgunun bu denli heyecan yaratmasının temel nedenlerinden birisi de, şimdiye kadar yalnızca insan beynine özgü olması.  Kuşburnu nöronları  (İng. rosehip neurons) ismi verilen bu yeni sinir hücreleri, kendi içerisinde adeta bir kuşburnu ağacını andıracak şekilde çok sayıda dallanmalar içeriyor. Araştırmacılar, bu sıra dışı hücreyi, iki erkek yetişkin tarafından bağışlanan beyin dokularındaki anatomik ve genetik parmak izlerine dayanan hücreleri kataloglarken tanımladı. Bu yeni hücre, beynin, duyuları algılara dönüştürmek ve diğer karmaşık görevleri yerine getirmekten sorumlu buruşuk dış kısmı olan  neokorteksin  “birinci katm