Ana içeriğe atla

Dünya’nın Dönüşünü Neden Hissetmiyoruz?


Gezegenimiz, atmosferi ve üzerindeki her şey devamlı dönüyor. Ekvatordaki dönüş hızı saatte yaklaşık 1675 kilometre, yani tam şu anda, saniyede 465 metre gibi bir hızda seyahat ediyorsunuz, fakat eğer kutuplardan birine yakınsanız bu hız biraz daha düşüyor.

O halde bunu neden hiçbirimiz hissetmiyoruz? Cevap, Dünya’nın hareketinin yapısında yatıyor.
Sarsıntısız bir şekilde sabit hızda ve rakımda seyahat eden bir uçakta olduğunuzu düşünün. Emniyet kemerinizin tokasını çözdünüz ve koridorda yürüyorsunuz; uçağın hareketini hissedemezsiniz. Sebebi basit; çünkü siz, uçak ve içindeki diğer herşey, aynı hızda seyahat ediyorsunuz. Bu sebeple, uçağın hareketini algılamak için, dışarıdaki bulutlara bakmanız gerekir.
Aynısı Dünya’nın dönüşü için de geçerlidir. Gezegenimiz kendi etrafında bir tam dönüşünü 23 saat 56 dakikada tamamlar, ve neredeyse tamamen sabit bir oranda aralıksız şekilde döner. Bu hareketi hissetmenin bir yolu yüzünüzde rüzgarı hissetmektir, fakat Dünya’nın atmosferinin de bizimle aynı hızda seyahat ettiğini unutmamak gerekiyor.
Eğer Dünya hızını değiştirecek olsaydı bunu kesinlikle hissederdik. Çok hoş olmayacak bu durum, gezegen ölçeğinde aniden frene basmak gibi olurdu (buna karşın atmosfer saniyede 465 metre hızla dönmeye devam eder ve gezegenin yüzeyini süpürürdü). Yani; tıpkı bir uçağın değişmez hareketini hissedemediğimiz gibi, devasa uzay yolculuğumuz da neredeyse tamamen sabit hızla gerçekleştiğinden normal olarak sezilemez.
Peki, Dünya neden bu kadar sabit bir şekilde dönüyor? Çünkü, onu durduran bir şey yok. Güneş Sistemi’nin çöken bir toz bulutundan oluştuğu ve ortasında maddenin yoğunlaştığı, dışa doğru genişleyen düz bir diske dönüştüğü zaman; sistem içerisindeki her şey bu dönüşe sahipti. Güneş ve etrafımızdaki tüm gezegenler, onların uyduları ve sistemimize dağılmış her şey, eylemsizlik yüzünden milyarlarca yıl sonra bile dönüyorlar.
Buna müdahale etmek için, dıştan gelen dengesiz bir gücün uygulanması gerekir. Basitçe, bütün bu arbade içerisindeki nesnelerin bazı diğer nesneler ile çarpışması ve bu yolla ortak dönüşün düzensizliğe çevrilmesi gerekir.
Şimdilik, daha önce söylediğimiz gibi, gezegenimizin dönüşü neredeyse değişmez bir hızda gerçekleşiyor. Eğer kesin konuşacak olursak, Ay’ın yerçekiminin biraz sürüklemesi yüzünden Dünya çok hafif şekilde yavaşlıyor. Gezegenimizin gelgit dalgalarını çekiyor ve gelgit sürtünmesine neden olarak Ay’ın yörüngesine enerji bırakıyor.
Bunun sonucu olarak, bazen saatlerimize fazladan bir saniye eklememiz gerekiyor çünkü Dünya’nın dönüşü her gün saniyenin binde ikisi kadar yavaşlıyor. Yine de, hızdaki bu değişimin son derece küçük olmasından dolayı, Dünya hâlâ sabit bir hızda dönüyormuş gibi hissediyoruz. Diğer bir deyişle, hiç olmuyormuş gibi hissediyoruz.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Dünyamız Nasıl Evrim Geçirdi?

Evrende ve dünyamızda hiçbir şey aynı biçimde kalmaz. Madde, galaksiler, yıldızlar, yıldız sistemleri, gezegenler ve gezegenlerin bileşenleri sürekli bir evrimleşme sürecinden geçer. Atmosfer de bunların dışında değildir elbette. Oksijensiz dönem  Yer’in oluşumu aşağı yukarı 4,5 milyar yıl öncesine denk düşer. Güneş sistemi ve gezegenlerin oluşumuna dönük yapılan çalışmalarda Yer’in ilk oluşum döneminde oldukça sıcak olduğu ve atmosferinin de bulunmadığı öne sürülür. Yer’in bu devri; çeşitli büyüklükte göktaşlarının çarpması ve volkanik faaliyetler soncunca karbon dioksit ve azot gazı gibi gazların serbest kaldığı, suyun buhar olarak atmosferde bulunma olasılığının olduğu bir dönemdir. Yer’in oluşum dönemini temsil eden bir görsel çalışma. Gökcisimlerinin çarpması ve volkanik faaliyetler nedeniyle yer yüzeyi şu anki halinden çok uzakta. Bu dönemde ilkel atmosfer oluşumun başladığı ileri sürülmektedir. Dev çarpışma hipotezi de bu dönem için öne sürülmüştür. Bu hipotezde; Yer’

DNA Molekülü Hücre İçinde Hangi Kılıklara Girer?

Genetik, terminolojik açıdan çok zengin, yani çok fazla terimin bulunduğu bir bilim dalı. Özellikle kromozomlar ve kromozom sayıları hakkında konuşurken, kafa karışıklığı yaşanabiliyor. Homolog kromozom nedir? İkilenmiş kromozom nedir? Kromatit neydi, kromatin neydi? DNA tüm bunların neresinde? Bu terimlerin tanımlarını ve birbirleri ile ilişkilerini oturtmak gerekiyor. Bu amaçla, işe hücre bölünmesini anımsayarak başlayalım. Hücreler Çoğalmak İçin Bölünür Hücre çevrimi sırasında, ökaryotik organizmaların bedensel (somatik; üreme ile ilgisiz) hücreleri büyür ve bölünür. Mitoz adı verilen bu süreçte, tek bir ebeveyn hücrenin yerini iki tane özdeş yavru hücre alır.  Üreme hücrelerini oluşturmak için izlenen yol olan mayoza bu yazıda girmeyeceğiz. DNA Kopyalanır Bir hücre bölünmeden önce, taşıdığı tüm DNA’nın (nükleik asit moleküllerinin) kopyasını yapmalıdır ki, yavru hücrelerin her ikisi de genetik bilginin tam birer kopyasına sahip olabilsin. Her bir tekil DNA molekülü bir k

Gözler Olmadan “Görmek”: Görsel Olmayan Fotoreseptörler

Biz insanlar, büyük oranda gözlerimizden gelen veriyi işlemeye dayalı canlılarız ve normal bir görüşe sahip olanlarımız, dış dünyayı deneyimleme biçimimizde gözlerimizin hayati önemde olduğunu düşünmektedir. Görme, ışık temelli algılamanın ilerlemiş bir formudur, yani ışığa hassasiyettir. Fakat, gündelik yaşamımızda, ışık temelli algılamanın diğer bazı gelişmemiş biçimlerini de deneyimleriz. Örneğin hepimiz, sıcak Güneş’in hazzını derimizde hissederken, burada ışığı değil, ısıyı bir algı olarak kullanırız ve bu algımız için hiçbir göz veya özel fotoreseptör hücresine ihtiyaç duymayız. Bilim insanları, son yıllarda, insanlar da dahil olmak üzere pek çok hayvan türünün, gözlerin dışında, beklenmedik yerlerde, ışığı saptayabilen özel moleküllere sahip olduğunu keşfettiler. Bu “göz dışı fotoreseptörler”, genellikle, merkezi sinir sisteminde veya deride ve aynı zamanda da iç organlarda da sıklıkla bulunabiliyor. Peki göz dışı yerlerde bulunan bu ışığa duyarlı moleküller ne yapıyo