Ana içeriğe atla

Bölünme Sırasında Hücre Kimliğini Nasıl Yitirmiyor?


Hücre bölünmesi öncesinde, kromozomlar karmakarışık bir hâlde gibidir. Hücre bölünmesi sırasında ise ebeveyn hücre kromozomları ve onların ikizleri, yoğuşarak kendilerini hizaya sokarlar ve başka zaman olduklarından binlerce kez daha sıkışmış bir şekil alırlar.
Araştırmacılar, hücre bölünmesi sırasında genlerin “sessiz” hâle geldiğini uzun süredir varsayıyordu; yani protein veya düzenleyici molekül üretimi için genlerin transkripsiyonun o sırada yapılmadığı düşünülüyordu. Bu varsayım, hücre bölünmesinin ardından genlerin nasıl düzgün bir şekilde yeniden etkinleştiği sorusunu da gündeme getiriyordu. Pennsylvania Üniversitesi Perelman Tıp Okulu bilimcileri tarafından bir süre önce yapılan bir çalışmada ise gen ifadesinin hücre bölünmesi sırasında sürdüğü belirlendi. Araştırma sonuçları Science dergisinde yayımlandı.
Ekibin usta üyelerinden Kenneth S. Zaret şöyle anlatıyor: “Soruya, hücrenin kimliğini neyin kontrol ettiğini yanıtlama açısından baktık ve hücre programlamak için bundan nasıl yararlanabileceğimizi araştırdık; örneğin, kanserleşmiş çoğalmayı durdurmak veya bir hücrenin ‘kimliği’nin gidişatını değiştirmek için. Bir hücrenin ifade ettiği genler kümesi, insan vücudundaki 200 civarındaki farklı hücre türü arasında, onun bir deri hücresi mi, sinir hücresi mi, kalp kası hücresi mi olduğunu belirler.”
Bu alanda şimdiye dek yapılmış olan araştırmalarda, bir hücrenin yazgısını değiştirmek amacıyla işe karışmak için en uygun zamanın belirlenmesine çalışılmıştı. Yeni makalede araştırmalar, hücrenin sessiz bir gen durumundan, bütünüyle etkin genlere ve hücrenin kimliğinin dışavurumunu kontrol eden düzenleyici moleküllere nasıl geçebildiğine kaymış.
Makalenin başyazarı Katherine C. Palozola, yaşayan bir hücrenin bölünmesi sırasında gen etkinliğine bakmanın bir yolunu bulan ilk bilimci olma ünvanı taşıyor. İnsan karaciğeri hücresi dizisi kullanarak, Palozola uridin nükleik asitini (gen mesajcı yapı taşlarının dördünden biri) etiketledi ve replikasyon sırasında hangi genlerin etkinliklerinin devam ettiğini görmek için izledi. Bölünme sırasında düşük düzeyde de olsa gen ifadesinin sürmekte olduğunu anladıklarında çok şaşırdıklarını söylüyor Palozola.
Hücre bölünmesi sırasında kromozomlar aşırı derecede sıkışmış (kompakt) olmalarına ve düzenleyici moleküllerin dizilimleri gömülü hâlde olmalarından ötürü yazımlarının yapılamayacağı varsayılmış olmasına rağmen, genlerin çoğunun etkinliklerinin sürdüğü böylece ortaya kondu. Palozola,  hücre bölünmesinin ardından hücrelerin nasıl uyandığını ve “kim olduklarını” nasıl anımsadıklarını keşfetti. Hücre farklılaşmasını yöneten nihaî olgu, üzerlerine etkidikleri genden uzakta konumlanmış olan artırıcı molekül dizilimleri oluyor. Philadelphia Çocuk Hastanesi’nde yer alan Gerd Blobel Laboratuvarı’nda, uzaktaki bu modifiye edicilerin bölünme sırasında “uyukladıkları” gösterilmişti; çünkü sadece 30 dakika civarında sürüyordu (biyolojik açıdan nispeten hızlı) ve bir hücre bölünme çevrimi tamamlandıktan sonra uyanıyorlardı.
Zaret, yaptıkları çalışmanın en heyecan verici yanının, gen düzenlenmesinin bu temel yönü hakkında bildiğimizi sandığımız şeyi çöpe atmamız gerektiğinin anlaşılması olduğunu belirtiyor. Elde edilen bulgulara göre, hücre bölünmesi sırasında artırıcıların değil, başlatıcıların nasıl düzenlendiğinindüşünülmesi gerek. Böylece, bir hücrenin kimliğinin, ifade ettiği genler tarafından tanımlandığı şekliyle, hücre bölünmesi sırasında korunmaya devam ettiği anlaşılıyor.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Dünyamız Nasıl Evrim Geçirdi?

Evrende ve dünyamızda hiçbir şey aynı biçimde kalmaz. Madde, galaksiler, yıldızlar, yıldız sistemleri, gezegenler ve gezegenlerin bileşenleri sürekli bir evrimleşme sürecinden geçer. Atmosfer de bunların dışında değildir elbette. Oksijensiz dönem  Yer’in oluşumu aşağı yukarı 4,5 milyar yıl öncesine denk düşer. Güneş sistemi ve gezegenlerin oluşumuna dönük yapılan çalışmalarda Yer’in ilk oluşum döneminde oldukça sıcak olduğu ve atmosferinin de bulunmadığı öne sürülür. Yer’in bu devri; çeşitli büyüklükte göktaşlarının çarpması ve volkanik faaliyetler soncunca karbon dioksit ve azot gazı gibi gazların serbest kaldığı, suyun buhar olarak atmosferde bulunma olasılığının olduğu bir dönemdir. Yer’in oluşum dönemini temsil eden bir görsel çalışma. Gökcisimlerinin çarpması ve volkanik faaliyetler nedeniyle yer yüzeyi şu anki halinden çok uzakta. Bu dönemde ilkel atmosfer oluşumun başladığı ileri sürülmektedir. Dev çarpışma hipotezi de bu dönem için öne sürülmüştür. Bu hipotezde; Yer’

DNA Molekülü Hücre İçinde Hangi Kılıklara Girer?

Genetik, terminolojik açıdan çok zengin, yani çok fazla terimin bulunduğu bir bilim dalı. Özellikle kromozomlar ve kromozom sayıları hakkında konuşurken, kafa karışıklığı yaşanabiliyor. Homolog kromozom nedir? İkilenmiş kromozom nedir? Kromatit neydi, kromatin neydi? DNA tüm bunların neresinde? Bu terimlerin tanımlarını ve birbirleri ile ilişkilerini oturtmak gerekiyor. Bu amaçla, işe hücre bölünmesini anımsayarak başlayalım. Hücreler Çoğalmak İçin Bölünür Hücre çevrimi sırasında, ökaryotik organizmaların bedensel (somatik; üreme ile ilgisiz) hücreleri büyür ve bölünür. Mitoz adı verilen bu süreçte, tek bir ebeveyn hücrenin yerini iki tane özdeş yavru hücre alır.  Üreme hücrelerini oluşturmak için izlenen yol olan mayoza bu yazıda girmeyeceğiz. DNA Kopyalanır Bir hücre bölünmeden önce, taşıdığı tüm DNA’nın (nükleik asit moleküllerinin) kopyasını yapmalıdır ki, yavru hücrelerin her ikisi de genetik bilginin tam birer kopyasına sahip olabilsin. Her bir tekil DNA molekülü bir k

Gözler Olmadan “Görmek”: Görsel Olmayan Fotoreseptörler

Biz insanlar, büyük oranda gözlerimizden gelen veriyi işlemeye dayalı canlılarız ve normal bir görüşe sahip olanlarımız, dış dünyayı deneyimleme biçimimizde gözlerimizin hayati önemde olduğunu düşünmektedir. Görme, ışık temelli algılamanın ilerlemiş bir formudur, yani ışığa hassasiyettir. Fakat, gündelik yaşamımızda, ışık temelli algılamanın diğer bazı gelişmemiş biçimlerini de deneyimleriz. Örneğin hepimiz, sıcak Güneş’in hazzını derimizde hissederken, burada ışığı değil, ısıyı bir algı olarak kullanırız ve bu algımız için hiçbir göz veya özel fotoreseptör hücresine ihtiyaç duymayız. Bilim insanları, son yıllarda, insanlar da dahil olmak üzere pek çok hayvan türünün, gözlerin dışında, beklenmedik yerlerde, ışığı saptayabilen özel moleküllere sahip olduğunu keşfettiler. Bu “göz dışı fotoreseptörler”, genellikle, merkezi sinir sisteminde veya deride ve aynı zamanda da iç organlarda da sıklıkla bulunabiliyor. Peki göz dışı yerlerde bulunan bu ışığa duyarlı moleküller ne yapıyo