Ana içeriğe atla

Kayıtlar

2018 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

DNA’yı Onaran Enzimin Baskılayıcısı, İltihap Oluşumunu da Önleyebiliyor

İsveç Karolinska Enstitüsü bilimcileri liderliğinde, Texas Üniversitesi Tıp Bölümü, Uppsala Üniversitesi ve Stockholm Üniversitesi bilimcilerinin katılımıyla gerçekleştirilen bir çalışma sonucunda,  yeni bir eylem mekanizması olan bir anti-enflamatuar ilaç molekülü  geliştirildi. İlgili makale  Science  dergisinde yayımlandı. Karolinska Enstitüsü’nden Thomas Helleday şöyle anlatıyor:  “Enflamasyonu baskılayan yeni bir ilaç molekülü geliştirdik. Hücrelerde enflamasyonun doğuş şekliyle ilgili genel bir mekanizma olduğunu düşündüğümüz bir proteinin üzerine etkiyor.” Yapılan keşif, Helleday’ın grubunun bedende DNA’nın nasıl onarıldığına ilişkin yıllardır sürdürdüğü araştırmaların bir sonucu olarak gerçekleşti. Amaçlardan biri,  tümör hücrelerinin DNA’sına hasar vererek, kanserle savaşmaktı . Çeşitli ilerlemeler zaten raporlanmıştı ve bunlar, başka şeylerin yanı sıra,  PARP baskılayıcıları  kullanılarak ırsi göğüs ve yumurtalık kanserinin yeni bir tedavisine olanak sağlamıştı. Ke

Bazı Bakteriler Stres Altında Hücre Duvarını Kaybediyor

İpliksi bakteriler, ozmotik stresin etkisi altında artık bir hücre duvarı olmayan hücreler oluşturur. Hücre duvarı, bakteri için koruma görevi gören bir yapıdır. 4 Aralık’ta (2018)  Nature Communications ‘da yayımlanan bir  çalışmada , toprakta bulunan ve antibiyotik üreten ipliksi bir bakteri olan aktinomisetler üzerinde araştırmalar yürütüldü. Bakterilerin, kendilerini stresin çeşitli biçimlerine karşı koruyan ve dolayısıyla da önemli bir yapı olan hücre duvarına sahip oldukları bilinir. Fakat aktinomisetler üzerinde yürütülen çalışmada, araştırma ekibi, çoğu  aktinomisetin  ozmotik stresin etkisi (örneğin; denizdeki gibi yüksek tuz konsantrasyonu) altında hücre duvarı olmayan hücreler ürettiğini keşfetti. Mikroskopla yapılan gözlemlerde, bakterilerin bu koşullar altında hücre duvarı olmayan yuvarlak hücreler oluşturduğu görüldü. Hücre duvarı bulunmayan bakterilerin olduğu bir süredir biliniyordu ancak şimdiye kadar sadece yapay koşullar altında, örneğin;  antibiyotiğin  faz

DNA Molekülü Hücre İçinde Hangi Kılıklara Girer?

Genetik, terminolojik açıdan çok zengin, yani çok fazla terimin bulunduğu bir bilim dalı. Özellikle kromozomlar ve kromozom sayıları hakkında konuşurken, kafa karışıklığı yaşanabiliyor. Homolog kromozom nedir? İkilenmiş kromozom nedir? Kromatit neydi, kromatin neydi? DNA tüm bunların neresinde? Bu terimlerin tanımlarını ve birbirleri ile ilişkilerini oturtmak gerekiyor. Bu amaçla, işe hücre bölünmesini anımsayarak başlayalım. Hücreler Çoğalmak İçin Bölünür Hücre çevrimi sırasında, ökaryotik organizmaların bedensel (somatik; üreme ile ilgisiz) hücreleri büyür ve bölünür. Mitoz adı verilen bu süreçte, tek bir ebeveyn hücrenin yerini iki tane özdeş yavru hücre alır.  Üreme hücrelerini oluşturmak için izlenen yol olan mayoza bu yazıda girmeyeceğiz. DNA Kopyalanır Bir hücre bölünmeden önce, taşıdığı tüm DNA’nın (nükleik asit moleküllerinin) kopyasını yapmalıdır ki, yavru hücrelerin her ikisi de genetik bilginin tam birer kopyasına sahip olabilsin. Her bir tekil DNA molekülü bir k

Japonya insan embriyosunda genetik değişikliğe izin verecek

Japonya'da insan embriyosunda genetik değişiklik yapılmasına izin veren kuralları içeren taslak çalışma yayımlandı. Taslak insan embriyosuna DNA kurgulama araçlarıyla müdahaleye izin veriyor. "Nature" dergisinde yayımlanan habere göre, sağlık ve bilim alanında çalışan bakanlık ve ilgili kurumların temsilcilerinden oluşan uzman heyeti, "CRISPR–Cas9" gibi DNA zincirlerini kurgulamaya olanak sağlayan araçların insan embriyosuna uygulanmasına izin veren çalışma taslağını kamuoyunun dikkatine sundu. Taslakta önerilen kurallar, embriyonun genetiğinin yalnızca araştırma amacıyla değiştirilmesine izin veriyor, üreme amaçlı değiştirilmesini yasaklıyor ancak bu konuda yasal yaptırım öngörmüyor. Uzmanlar, insan embriyosunun genetiğinin araştırılmasının, insanın erken gelişim döneminin aydınlatılması yanında kalıtsal hastalıklara yol açan genetik mutasyonların düzeltilmesine de olanak sağlayabileceğini belirtiyor. İnsan embriyosunun bilimsel araştırmalarda kul

DNA, Hücre Biçiminin Belirlenmesinde de Rol Alıyor

Yaşamın temel birimi olarak hücre, yaşayan tüm canlıların en dikkatli incelenen bileşenlerinden biri. Yine de temel süreçlerden bazıları anlaşılmayı bekliyor; örneğin hücrelerin biçimlerini nasıl aldıkları sorusu gibi. Kaliforniya Üniversitesi San Diego Kampüsü’nde biyoloji ile fiziğin kesiştiği bir araştırma üzerinde çalışan bilimciler,  hücre biçimlenişi nin köküne ilişkin beklenmedik bir keşif yaptı. Cell  dergisinin 8 Şubat 2018 tarihli sayısındaki bildiride, canlıbilimciler Javier Lopez-Garrido, Kit Pogliano ve çalışma arkadaşları, bakteri hücrelerinin şekil alışında, DNA’nın mimari bir rolü olduğunu gördüklerini duyurdu.  Bacillus subtilis  bakterisi üzerinde çalışan ekip, DNA’nın genetik bilgiyi kodlamanın yanı sıra, bakteri hücrelerini “ şişirdiğini ” de açığa çıkaran bir dizi deney yaptıklarını belirtiyor. Araştırmacılar, DNA’nın bir balonu şişiren hava gibi davrandığını ve genetik bilgiyi taşıyan bir molekül olmaktan başka etkilerde de bulunduğunun anlaşıldığını ekliyo

Beyinden beyine düşünce aktarımında yeni adım

Araştırmacıların geliştirdiği üç kişilik bir beyin ağı, katılımcıların birbirlerine düşünce göndermesine olanak sağladı. Daha önce beyinden beyine iletişim için bazı deneyler yapılmıştı ancak yeni  yapılan bir çalışma  ile gerçek beyin ağları kurmak mümkün hale geldi. Araştırmacıların  geliştirdiği üç kişilik bir beyin ağı , katılımcıların birbirlerine düşünce göndermesine olanak sağladı . Çalışmada katılımcılar, Tetris benzeri bir oyunu, ekranın sadece bir kısmını görerek ve diğer kısımlardaki görüntüler konusunda diğer katılımcıların beyninden gelen sinyallere dayanarak oynadı. Beyin ağı, elektriksel aktiviteyi kaydetmek için EEG cihazı ve bilgi göndermek için transkraniyal manyetik uyarım sisteminden oluşan bir düzenden faydalandı. Katılımcılardan sadece biri hem veri gönderip hem de alabiliyordu ancak hiç kimse ekranın tamamını göremiyordu. Ekran bilgisi, alıcı kişiye bilgi gönderen iki kişi tarafından sağlanıyordu. Komut gönderebilen kişiler, farklı sıklıklarla yanıp sönen

Dünya’nın Dönüşünü Neden Hissetmiyoruz?

Gezegenimiz, atmosferi ve üzerindeki her şey devamlı dönüyor. Ekvatordaki dönüş hızı saatte yaklaşık 1675 kilometre, yani tam şu anda, saniyede 465 metre gibi bir hızda seyahat ediyorsunuz, fakat eğer kutuplardan birine yakınsanız bu hız biraz daha düşüyor. O halde bunu neden hiçbirimiz hissetmiyoruz? Cevap, Dünya’nın hareketinin yapısında yatıyor. Sarsıntısız bir şekilde sabit hızda ve rakımda seyahat eden bir uçakta olduğunuzu düşünün. Emniyet kemerinizin tokasını çözdünüz ve koridorda yürüyorsunuz; uçağın hareketini hissedemezsiniz. Sebebi basit; çünkü siz, uçak ve içindeki diğer herşey, aynı hızda seyahat ediyorsunuz. Bu sebeple, uçağın hareketini algılamak için, dışarıdaki bulutlara bakmanız gerekir. Aynısı Dünya’nın dönüşü için de geçerlidir. Gezegenimiz kendi etrafında bir tam dönüşünü 23 saat 56 dakikada tamamlar, ve neredeyse tamamen sabit bir oranda aralıksız şekilde döner. Bu hareketi hissetmenin bir yolu yüzünüzde rüzgarı hissetmektir, fakat Dünya’nın atmosferinin

Bilim İnsanları Binlerce Geni Tek Reaksiyon ile Klonlamayı Başardı!

Genetik araştırmaları, binlerce geni tek reaksiyon ile çoklamayı (klonlamayı) başaran bilim insanları sayesinde ilginç şekilde hızlanmak üzere. LASSO sondası  adı verilen yeni teknoloji, DNA örneklerinden protein kütüphanesi oluşturmak için ve gen çoklamakta (klonlamakta) kullanılan sıkıcı yöntemler yerine yeni yöntemler geliştirmede kullanılabilir. Klonlama kelimesi, akla Dolly’yi ya da mutsuz ve yalnız kalmamanız için en sevdiğiniz evcil hayvanı klonlamayı teklif eden şirketleri getirebilir. Lakin bu oldukça farklı bir klonlama. Burada konuştuğumuz şey moleküler bir kodlama. Bir bakterinin, böceğin ya da bitkinin; başka bir canlıya ihtiyaç duymadan üremek için kullandığı doğal bir yöntem aslında. Bilim insanları DNA’yı klonluyor çünkü hem bir genden bilgi edinmeyi hem de hücreye genetik bilgi vererek ona yeni özellikler kazandırmayı hedefliyorlar. Bu iki hedefe giden yol da, aynı DNA’nın binlerce kopyasına sahip olmamızdan geçiyor. Standart dizilim metodu, DNA’nın küçük p

Gözler Olmadan “Görmek”: Görsel Olmayan Fotoreseptörler

Biz insanlar, büyük oranda gözlerimizden gelen veriyi işlemeye dayalı canlılarız ve normal bir görüşe sahip olanlarımız, dış dünyayı deneyimleme biçimimizde gözlerimizin hayati önemde olduğunu düşünmektedir. Görme, ışık temelli algılamanın ilerlemiş bir formudur, yani ışığa hassasiyettir. Fakat, gündelik yaşamımızda, ışık temelli algılamanın diğer bazı gelişmemiş biçimlerini de deneyimleriz. Örneğin hepimiz, sıcak Güneş’in hazzını derimizde hissederken, burada ışığı değil, ısıyı bir algı olarak kullanırız ve bu algımız için hiçbir göz veya özel fotoreseptör hücresine ihtiyaç duymayız. Bilim insanları, son yıllarda, insanlar da dahil olmak üzere pek çok hayvan türünün, gözlerin dışında, beklenmedik yerlerde, ışığı saptayabilen özel moleküllere sahip olduğunu keşfettiler. Bu “göz dışı fotoreseptörler”, genellikle, merkezi sinir sisteminde veya deride ve aynı zamanda da iç organlarda da sıklıkla bulunabiliyor. Peki göz dışı yerlerde bulunan bu ışığa duyarlı moleküller ne yapıyo

Beyinde Zaman ve Mekân Dengelemesi

Bilim insanları, uzunca bir süredir, beyinde gerçekleşen aktiviteleri dinleyerek, beynin gürültülü ve görünüşe göre rastgele aktivitesinin kaynağını anlamaya çalışıyor. Son 20 yılda, “ dengeli ağ teorisi “,  nöronların tekrar tekrar birleşmiş ağlarındaki yavaşlama ve coşmanın bir dengesi aracılığıyla söz konusu bu rastgele aktiviteyi açıklamak için ortaya çıkmıştır. Bir grup bilim insanı da beyin devrelerini beyin aktivitesine bağlayan derin ve test edilebilir tahminler sağlamak için dengeli modeli genişletti. University of Pittsburgh’dan araştırmacılar,  Nature Neuroscience’ da yayımlanan makalelerinde, bu yeni modelin, canlı hayvanların beyinlerindeki nöronların son derece değişken tepkilerine dair deneysel bulguları doğru bir şekilde açıkladığını söylüyor. Yeni model, nöral devrelerde nöronlar arasındaki aktivitenin nasıl koordine edildiği konusunda daha zengin bir kavrayış sağlıyor. Araştırmacılara göre, model, gelecekte öğrenme ya da hastalıkla ilişkili beyin aktivitesini

Neden Kan Gruplarına Sahibiz?

1900 yılında, Avustralyalı doktor Karl Landsteiner tarafından keşfedilen kan grupları, 1930 yılında Landsteiner’a Nobel Ödülü’nü getirdi. O günden beri de, bilim insanları kan gruplarının biyolojisine dair daha derinlemesine incelemeleri mümkün kılan çok daha güçlü araçlar geliştirdi. Yapılan araştırmalar neticesinde, kan grupları hakkında çok daha ilginç bulgulara, örneğin; soy takibi, kan gruplarının sağlığımız üzerindeki etkileri gibi çeşitli ipuçlarına ulaşıldı. Ancak bir yandan da kan gruplarına dair çözümüne hala erişemediğimiz bazı gizemler de varlığını sürdürmeye devam ediyor. Öte yandan, modern tıp sayesinde başarabildiğimiz ve hayat kurtardığımız pek çok gelişme tarihin büyük bir çoğunluğunda neredeyse bir hayal düzeyindeydi. Rönesans doktorları, hastalarının damarlarına kan aktarımı yapıldığında neler olacağını merak etmiş, bazı doktorlar bunun pek çok hastalığın, hatta mental rahatsızlıkların bile tedavisi olabileceğini düşünüyordu. Nihayet, 1600lü yıllarda, birkaç d